ANTROPOLOJİ
Antropoloji teriminin her ne kadar çok eski bir geçmişi varsa da, genel bir insan bilimi fikri XIX. yüzyılın bir ürünüdür. Evrim fikrine sıkı sıkıya yapışmış olan XIX. yüzyıl antropolojisi, insanlığın gelişmesi ve biyolojik, prehisto-rik (tarih öncesiyle İlgili) dilbilimsel, teknolojik, sosyo-kültürel kökenleri gibi konuları kucaklıyordu. O, 'zaman bakımından erken', fakat tahmini olarak 'gelişme merdiveninde basit' olanla eşitlenen İlkel formlarla İlgilenir. Modern antropoloji büyük ölçüde ABD'de ve diğer ülkelerde (fakat çok ender olarak İngiltere'de) akademik bir konu olarak birliğini korumuş ve günümüzde fiziki antropoloji, pre-historik arkeoloji, sosyo-kültürel antropoloji ile filolojinin bazı yönlerini kapsamına almıştır. Bununla birlikte fiziki antropoloji artan bi-Çİmde insan biyolojisinin bir dalı olarak görülmüştür; o Homo Sapiens'in oluşumu ve İçindeki fiziksel farklılaşmalarla, genetik ve etoloji vasıtasıyla bir yanda biyolojik donanım, öbür yanda çevre ve kültür arasındaki etkileşimle ilgilenir.
Burada, bütünsel insan bilimi şeklinde anlaşılan 'antropolojiyle' ilgileneceğiz. Terimin kullanımında, Avrupa'da sadece 'fiziki antropoloji' karşılığında kullanılması nedeniyle bir karışıklık vardır. Ama özellikle de Amerikan çevrelerinde antropoloji, İlkellerden bu yana insan evrimini inceleyen bir dal, tarih öncesi arkeoloji, dilbilim, toplumsal/kültürel antropoloji ve yakın zamanlardan itibaren de okur-yazar olmayan toplumları İnceleyen alanları kapsayan bir disiplin olarak anlaşılmaktadır. Bu 'minumum' tanımdan sonra antropolojinin diğer disiplinlerden ayrıldığı noktaları belirlemeye çalışalım.
Antropolojinin erken biçimleri, dilbilimi (karşılaştırmalı filoloji alanını), dil hakkında söylenecek sözü olmasına rağmen alanının dışında bırakıyor, şimdilerde dışlanan 'teknoloji' ve 'maddi kültür' alanlarını İse kapsıyordu. Bu ekleme ve çıkarmalar şüphesiz disiplinin tarihinin bir parçasıdır. Çoğunlukla müzeler etrafında geliştiğinden, suni eklentiler büyümüş, disiplinin uzun tarihi boyunca etnograflar adetler ve kültür öğelerini müzeci meslektaşlarının materyal topladıkları gibi toplamışlardı. Müzelerden ayrı olarak antropoloji üniversiteler içinde geliştikçe bu biriktirilen materyallerin önemi azalmıştır. Ama örneğin Amerika'da, işin çoğu Amerikan Etnoloji Bürosu tarafından yapıldığından "ana dillerin kaydedilmesi" merkezi bir konum teşkil etmeye başlamış ve "tanımlayıcı (deseriptive) dilbilim" tamamen antropoloji içinde bir yer edinmişti. Yine İngiltere'de sömürgeler bürosu pek çok araştırmayı desteklemiş, bu amaçla ilkel diller öğrenilmiş ve bu bilim "filoloji" alanına terkedilmiştir.
Yine de kabaca söylemek gerekirse antropoloji kendisine bir yer bulduğu yerlerde bütüncül insan biliminin içinde telakki edilmiş başlıca iki alanda ele alınmıştı; "fiziki antropoloji" ve "kültürel antropoloji". Her ne kadar araştırıcılar bu iki alandan birinde uzmanlaşsalar da, eğitimleri sırasında onlardan her iki alanı da çok iyi öğrenmeleri istenmektedir.
Bir disiplin olarak antropoloji 1860'larda şekil kazanmaya başladı ve üniversitelere yüzyıl başında kurumlaşmış olarak girdi. Başta, tamamen üniversite dışında gelişmişti: İngiltere'de, Tylor, bir iş adamıydı. Amerikalı Morgan ise bir hukukçuydu. Aslında Tylor'un uyumsuzluğu Oxford ve Cambridge'de eğitim görmesini engellemişti, ama daha sonraki yıllarda bu üniversitelerin liberalleşmesi ders verebilmesine imkan sağlamış ve antropolojiyi 'Bay Tylor'un bilimi' olarak kurmasına zemin hazırlamıştı. 1881'deyazdığı/l/ı//cpo/o/V isimli metin İngiltere'de disiplinin kuruluşunu İlan eder. Aynı şeyMorgan'ın£sA/ Toplum (Anci-ent Society) (1877) adlı eseri için Amerika'da geçerlidir. Pek çok yorumcu bu yazarların Fransız-İskoç aydınlanma geleneği ile Spen-cer'den bir toplumsal evrim fikrini miras aldığıni, Danvin'e hiçbir şey borçlu olmadıklarım söylerken zorlanmaktadır. Hatta tam tersi bir ilişkinin sözkonusu olduğu bile söylenebilir. İnsamn fiziki evriminin, Darwin devriminden önce antropolojinin gelişimine bu kadar etki edemeyeceği söylenebilir. Antropoloji, Öven Lavosou'nun deyişiyle XVIII. yüzyıldaki "büyük varlık zinciri" fikrinin çağdaşlaşmasından doğmuştu. XIX. yüzyılın ikinci yarısında belirginleşen entellektüel disiplinler içinde antropolojinin özel yeri "aşağı ırklarla" ilgilenmesini ve "yüksek medeniyetlerin" ortaya çıkışı hususunda bazı açıklamalar getirmesini gerekli kılmıştı. Bu aşamada sosyoloji ile antropoloji arasındaki ayrım o kadar belirgin değildi. Ama sosyoloji İngiltere'de giderek Fabian bir imaja bürünüp Amerika'da daha çok göçmenlik olgusu ile ilgilenmeye başlayınca ayrım daha da belirginleşti. Antropoloji temel olarak 'aşağı ırklarııı'maddi ve ruhi kültürüyle, köylü folkloru ile, fiziki tiplerin kökeni ve dağılımı ile, insan evrimi ile ilgilenecekti.
Bu anlamdaki "fiziki antropoloji" işe daha geç başlamıştı. Danvİn'İn etkisine rağmen kanıtlar azdı ve doğru dürüst bir genetik teorisi yoktu. Sonraları ise genetikçiler arasındaki tartışmalar İle liberal ilerici antropoloji geleneğine bağlı kişilerin kendi iç tartışmaları sonucunda Amerika'da ırkçı düşüncelere karşı F.Boas'ın başını çektiği bir muhalefet oluştu.
İngiltere'de de konu ırk üzerine gelip dayanmış ve amatör antropoloji topluluklarında kölelik üzerine tartışmalar başlamıştı. Tartışmalar çok keskin bir tarzda devam etti ve bu tartışmaların kalıntısı olarak antropoloj i, ırk farklılıkları ile derinden ilgilenirken bu durumun kültürel önemini vurgulamaktan özenle kaçınmaya başladı.
Bu bölünmüş kafa imajı Avrupa'da daha az görülüyordu. Çünkü ta başından itibaren fiziki antropoloji, kültürel antropoloji ile çok İyi bütünleşememişti. Fiziki antropoloji daha çok tıp okullarındaki anatomi, etnolojiveya et-nografi bölümlerinde ayrı ayrı olarak okutuluyor ve çoğunlukla müzelerle ilişki kuruluyordu. Fiziki antropolojinin alanı belirli değildi. Daha çok ırkların tipolojilerinin tanımlanması ile yetiniliyordu. Bu arada "etnoloji" -ilkel halklarla ilgili disiplin- Fransa'da Drukheim ve Okulu ile İngiltere'de Cambridge'deki Ri-vers sayesinde belirgin bir "sosyoloji" olma olunda ilerliyordu. Bütün bu nedenlerden Ötürü "bütüncü" bir antropoloji Avrupa'da hiçbir zaman kendini ortaya koyamadı.
Amerika'da ise "fiziki antropoloji", antropoloji içindeki yerini sağlamlaştırmıştı. Boas (1911) göçmenlerin kafa-taslannın biçimleri üzerinde önemli çalışmalar yapmış, Kroeber, Antropoloji (1923) adlı eserinde fosil insanları ve ilkellerin zekası üzerindeki bulgularını geniş biçimde yazmıştı. Ama aynı zamanda Boas kültürel relativizmin teorik temellerini atmaya çalışıyor, Mead ve Benedict de İşin kanıtlarını toparlamaya çalışıyordu. Kroeber ise kültürün doğası üzerindeki "süper-organik" Öğretisinde uç noktada bir kültürcü konumu geliştirmeye gayret ediyordu. Sonuç, kültürün ana dürtüyü oluşturduğu ideolojik konumların oluşmasıydı. Leslie White çalışmasında işi uç noktalara götürmüştü. Kültür, tamamen kendi kurallarına göre çalışan bir alandı. Şüphesiz bu Tylor'un ifadesinin mantıki açıdan bir ileri noktasıydı.
Kökeninde ideolojik olan bu ayrışma hem olumlu, hem de olumsuz gelişmelerle ideolojik olarak sağlamlaştırıldı. Olumsuz tarafta fosil kanıtları önemsiz, tartışmalı veya aldatıcıydı (Piltdown insanı örneğinde olduğu gibi). Genetik bilimi kendi içinde bölünmüş ve 1930'lardaki patlamaya kadar (Huxley, Halda-ne, Fisher, Sewall, Wright) ciddi genetikçi evrim anlayışları ortaya çıkmamıştı. (Şunu da unutmamalıyız ki, genetik kod 1950'lere kadar çözülememişti). Irklar üzerine çalışmalar yapılıyordu ama mesele çok iyi bilinmiyordu. İçgüdü teorisi tamamen önemini yitirmişti ve davranışçılık hem ABD, hem de Rusya'da sağlam biçimde yerleşmiş, psikoloji, dilbilim, felsefe ve antropolojiyi tahakkümü altına almıştı. Şüphesiz bu akım kültürel determinizmin başlıca unsurlarıyla tamamen uyumluydu.
Antropolojiye çarpan öteki entellektüel güç, psikanaliz oldu. Kroeber'in kendisi bir süre bir analist olarak çalışmıştı, ama asıl etki Linton ve Kardiner'dcn geldi. Psikanaliz kültürel relativizmle birleşmiş ve 1930'lar ile 1940'lar-da "kültürve kişilik" okulunu doğurmuştu. Burada bile Frcudçuluğu bir tür davranışçı sisteme ıcrcüme etme gayreti görülüyordu. Bu anlayışın en önemli ürünü davranışçılık, Freud-çuluk ve "kültürler arası yöntemin birleştirilip aile bağları teorisinin geleneksel sorularına bir cevap verilmeye çalışıldığı Murdock'un So-cial SinıciuK (Toplumsal Yapı) (1949) adlı kitabıydı. "Kültür ve kişilik" antropolojinin bir alt disiplini idi ve her kültürün kültürel şartlanmanın sonucu olan tek ve temel kişilik tipini yarattığını söylüyordu. Halowell gibi birkaç "bütüncü" antropolog "kült tir ve kişilik"i evrimci bir çerçeve içinde tutmaya çalışmış, ama bu sesini duyuramayaıı bir gayret olmuştu.
Başlangıçtaki Frcudçu-Davranışçı aşamadan sonra bu akım genel bir 'psikolojik antropolojiye' doğru parçalanmıştı. Parçalanma 1950 sonlarından itibaren antropolojinin bir özelliği olmuştur. Göreceğimiz üzere psikolojik antropoloji tezlerini genellikle psikolojiden devşirmeye eğilimli olmuştur. Belki de en güçlü gelişme sibernetik, topoloji, sistem teorisi, bilgisayarlar ve bilgi psikolojisi alanlarıyla işbirliği yapılmasıyla sağlandı. Bu gelişme çok önemliydi, çünkü "bilişsel bilim" (cognitive ici-ence) davranış bilimleri arasında en uzun süreli İç bütünlüğe sahip bir ilginç gelişme alanlarını teşkil ediyordu. Sinirlerle ilgili "bilgi alanı" ile yakın İşbirliğine doğal olarak meyleden disiplin, en güçlü gelişmesini davranış fizyolojisi alanında gerçekleştirmişti. Daha şimdiden nöropsİkolojİ kurulmuştu ve nöro-sosyoloji-nin kurulması da çok gecikmeyecekti.
Modalar yerine uzun vadeli etkileri ölçü olarak aldığımızda ekolojiden bahsetmemiz gerekir. 196ü ve 70'lerde bir moda olma tehlikesi yaşayan ekoloji, antropoloji içinde önemli bir yer işgal etmesinden dolayı bu tehlikeyi atlatmış ve gelişmesine devanı etmiştir. Daha önceleri zoolojinin bir alt dalıydı ve ekolojik sistemleri incelemeye çalışmak "çevresel determinizm" ve Marksizm İle karıştırılıyordu. Whi-te'da olduğu gibi çoğu zaman geniş Ölçekli, ama kaba bir nitelik taşırken, Julien Stcward ile birlikte antropolojik tahayyülün sınırlarını çizen üst düzeyli bir ekolojik düşünce anlayışı gelişti. "Ekolojik kriz"in etkisi pek çok antropologu, üstelik en iyilerini, bu alanda çalışma yapmaya İtti. Sistem teorisi ile bağlar çok geçmeden kuruldu. Böylece disiplin "neden-so-nuç" ilişkisini düşünceye çok iyi aktarabilir hale geldi. Bahsetmeye değer bir husus da, antropolojik ekolojinin Özellikle arkeolojik alanın kanadı altında büyümesidir. Bu gelişme antropolojide bir devrim yapmış kültürel antropoloji ile de gerekli bağların kurulabildiği bir gelişmişlik düzeyine erişilmiştir.
Dilbilimin etkisi daha Önce de gördüğümüz gibi Amerikan antropolojisinde çok güçlü biçimde hissedilmiş ve çeşitli dilbilimsel modeller Pike, Kluckhon ve ötekiler tarafından öteki kültür alanlarını incelemek üzere kullanıla-gelmişür. Bu etki nedeniyledir ki, bir "dil ve kültür" akımı doğmuş ve merkezi yeri işgal eden "kültür ve kişilik" akımı ile rekabete girmiştir. Bu anlayış başta dilin belirleyici rolünü anlatan "Sapir-VVhorf hipotezini kullanıyordu. Ama bu anlayış daha sonra küme teorisi ve "unsur çözümlemesi" yöntemlerini kullanarak ibrmel bir kültür çözümlemesi anlayışına doğru gelişti. Bu anlayış problemlerle karşılaş-tıysa da bu, Lcvi-Strauss'un başında bulunduğu ve Saussure, Jakobson İle öteki Avrupalı dilbilimcilerin bir ürünü olan yapısalcılığın be-nimsenmediği anlamına gelmiyordu. Kültürün, dile benzer bir şey olduğu fikri ve çözülebilecek ihtiyarî bir kod içerdiği, böylece mesajların çözümlenebileceği, her türlü efsanenin anlaşılabileceği, sanattan akrabalık sistemlerine, mitolojiye kadar herşeyin çözülebileceği fikri çok çekiciydi. Bu durum Amerikan dilbiliminde antropoloji dışındaki bir devrime yol açtı. Çok önemli etki yaratan Chomsky'nin "dönüşümsel grameri"ydi (transformalional grammer) sözkonusu olan. Bu gramer evrensel ve akılcı Ön kabullere dayanıyordu (yapısalcılıkta "doğuştan gelme", kenardaki meselelerden biriyken Chomsky İçin merkezi bir yeri İşgal ediyordu). Bu gelişme kültürlerin sadece İletişim sistemleri olmayıp gerçek uyum sağlama durumlarında da varolduğunda ısrar eden ekolojistler tarafından eleştirildi. Ama gördüğümüz üzere ekolojistlerin kendileri de iletişime giderek daha fazla önem vermiş ve nihai olarak Richard Alcxander'in söylediği gibi genleri de "insan varlığını oluşturmak için başka biryol olmadığından" disiplinlerinin sahasına sokmak zorunda kalmışlardı.
Bu, bizi fiziki antropolojide olup bitenlere geri götürür. "Ayrım"in, bir anlamda ideolojik, ama bir anlamda da kullanılabilir materyalin vebiyoloji teorisinin zorlamaları sonucu olduğunu söyledik. Hayvan davranışı üzerinde Çalışan kişiler bile (biyologlar dahil), genetik biliminden çok az yardım alabilmişti. Hayvan davranışlarının toplumsal İlişki biçimlerini İnceleyen kişilerin giderek çoğalan eserleri 1960'lardaki popürleşmelerine kadar çok az biliniyordu. Ama 6Ü'lı yıllarda fiziki antropoloji bir rönesans yaşadı ve ırk tipolojİlcri konusundaki tutkularını bırakıp güçlü bir bilim haline geldi. Bu gelişmede katkısı olan pek çok şey vardı. İlki, fosil bulgularında ciddi bir artış olmuştu. Tüm dünya çapında fosil kayıtlarında eksik olan kısımlar giderek doldurulmuş ve insan yaşamının içine sıkıştirildiği tarih dilimi 3.5 milyon yıla kadar genişletilmişti. Aynı zamanda Berkeley'deki Washburn ile Har-vard'daki öğrencisi De Vorc'nun yöneliminde ilkeller üzerine ilgi çekici çalışmalar yapılmaya başlandı. Bu yeni gelişme her ne kadar zoologları, psikologları, ırk uzmanlarını, sinir bilimcileri de kapsıyorsa da Amerika'da (ve II. Dünya Savaşı sonrasında başlandığı Japonya'da) asıl ilham antropolojiden gelmişti. Disiplin insanın evrimini bize çok yakın olan hayvanların davranışlarına bakarak anlamaya çalışıyordu, ama yöntemlerini sosyal antropolojiden ödünç almıştı: Uzun süreli olan araştırmaları, günlük ilişkiler kurmak ve hayvanlarla bir tür "katılımcı gözlem" halinde araşırma yapmaktı.
Irk üzerinde çalışanlar çalışmalarını hayvan iletişimi üzerinde yoğunlaştırırken, öteki ilkel hayvan davranışı inceleyicileri bir düzeyde ekoloji kullanmayı başarıyorlardı. Alışık olunduğu biçimde bu da "doğa" karşısında "eğitim" tartışmasını boş yere besledi. Ama çok uzun sürmüş bu tartışmada (çünkü Kant tarafından ilk kez formülleştirilen bu ilişki Wilham James tarafından bir kez daha gündeme getirilmişti) sonunda aslında neyin tartışıldığı görülmeye başlanmış, iki yön arasındaki ilişkinin biçimine dair hipotezler geliştirilmeye girişilmişti. Tüm bu gelişmelerin yanında gelişmiş maymunları inceleyen disiplin kendi içinde bir bütünlüğe kavuşmuş ve kendi uzmanlarını yetiştirmişti. Maymunları İnceleyen disiplin öylesine popüler olmuştu ki, bu konuda her okulun ünlü bir uzmanı vardı. Bu adamlar "veri" hususunda çok ısrarlı oldukları için leorik merakları daha fazla olan etnolog meslektaşlarına karşı pek bir tehdit teşkil etmiyorlardı. "Sembolik antropologların" belirttiği gibi, insanlar sınırlı kategoriler ve kesin sınırlarla daha mutlu oluyorlardı. Bu sınırların tecavüz edilmesi, tabulaşmaya ye katılaşmaya yol açıyordu.
öteki gelişmeler daha çok teknik özellikler taşıyordu. Tarih tesbîti konusunda giderek İncelen bir dikkat ve yöntemler bülünü gelişti. Bu gelişmeler, tabii, arkeologlarla paylaşılan şeylerdi ve disiplinlerarası bağlar sözkonusuy-du. Gelişmiş maymunları İnceleyen kişiler zooloji alanına daha fazla yaklaşmak zorunda kalmış, biyolojiyle bağlarını kurmuşlardı. Vahşi ortamlarda incelenen şempanzeler laboratu-varlara taşınıp iletişimi hususunda (çoğunlukla psikologlar tarafından gerçekleştirilen) araştırmalar yapıldı. Tüm bunlar sözkonusu disiplinin hızlı gelişimi için yapılmıştı. Ama sonuç fiziki-küitürel ayrımı ortadan kaldıracak biçimde gerçekleşmedi. Bir şey olduysa o da, kültürel antropologlar saflarını sık lakırdılar ve giderek İdeolojik bir karakter kazandılar. Veriler daha güçlü hale geldikçe, verilerin konuyla ilişkisini inkar etmeye başladılar.
Akademik antropolojinin dallara ayrılması bazı açık nedenlerden Ötürü gerçekleşti. Özellikle de kültürel antropoloji içinde: yeni bölümler gencide derin fiziki antropoloji çalışmaları yapmak için gerekli alt-yapıya sahip bulunmuyordu. Bu, nöroloji, endokrinoloji ve genetikteki heyecan verici gelişmeler kadar fiziki antropolojinin yayılmasıyla da elele oluşmuş, ama hızla gelişen kültürel antropoloji blümleri ilgisiz yönlere doğru çeşitlenmeye başlamıştı. Bir zamanlar geniş çaplı "alan" çalışmaları yapılabiliyordu. Çünkü yeterli para bulunabiliyordu. Sonuçta "Sembolik" antropoloji çok popüler oldu. Hem para, hem de beyin olarak fazla yatırım yapılması gerekmiyordu. Üstelik yapısalcılık ve dilbilimde {semiolojide olduğu gibi) görülen tüm gelişmeler hemen iç-selleştirilebiliyordu. Sebeok gibileri "hayvan semantiği" gibi şeyler kurmaya çalıştı, ama bu gayret bir yere varamadı. Korkunç bir branşlaşma gözleniyordu. Ama bunun sağlıklı bir uzmanlaşma olduğunu söylemek mümkün değildi. Çünkü böyle bir şey sadece merkezi bir teorisi olan ciddi bir bilimde gerçekleşebilecek bir şeydi. Antropolojinin Amerika'daki gelişmesi, akademik yaşamın iş dünyası karakterli anlayışıyla birleşince çok küçük alanlı uzmanlaşmaların ortaya çıkması kaçınılmazdı. Bu mini uzmanlık alanları ise Paris ve Frankfurt'tan esen her moda rüzgarını benimseyip peşinden gitmeye çok yatkındı. Bu rüzgarların en eskileri arasında Marksizm vardır. Şüphesiz tanıyanların pek kolay anlayabileceği bir Marksizm değildi bu. O dönemde akademik çevrelerde "radikal" olmak modaydı. Marksist olduğunu iddia etmek de. Bu tür gelişmeler içinde en ilginci "bilgi sosyolojisi" alanının antropoloji içindeki dirilişiydi; -ya da Berger ve Luckmann'ın ifadeleriyle "gerçekliğin toplumsal kuruluşu". Marksist antropologlar, yaptıklarının çok Önemli bir şey olduğunu addederek Althusser'den uzun uzun alıntılar yapıyorlar ve "hermenöiik"ten (yorumsama) sık sık bahsediyorlardı. Ama bu gelişme "sembolik" ve "bilişsel" akımlarla birleşti ve kendine bir izleyici kitlesi oluşturmayı başardı. Berger'in de farkettiğİ gibi, argümanların bir kısır döngüsü vardı: Zihin toplumsal olarak kuruluyordu, ama toplumu da kuruyordu. Bu döngüden çıkışın tek yolu zilini, evrimsel bir ürün olarak kabul etmekti. Ama bu, doğal olarak varolan İdeolojik kabullerle çok iyi uyuşmuyordu. Öteki radikal etki fenimizmden geldi, ama femini-zim doğası gereği anti-entellektüel bir hareket olduğundan (en azından Amerika'da) konuyla ilişkisi muhaliflerine karşı çıkabilme yetenekleriyle sınırlı kaldı (Avrupa'da cidden ilginç gelişmeler yaşandıysa da bunlar Amerika'ya nüfuz edemedi). "Acil" antropoloji çalışmaları hızla kaybolan avcı ve toplayıcı toplumları inceleme hususunda önemli aşamalar kaydetti. Bu gelişme, insanoğlunun evrimine yönelik ilgiyle de bütünleşti: İlginçtir, "Avcı insan" çalışmalarında yer alan kistlerin çoğu, maymunlar üzerine uzman olan kişilerdi.
Bu dönemin genel havası kaos olarak nitelendirilebilir. Bu dönemde ortaya çıkan hastalıklı yönlerin giderilmesi yıllar alabilir. Bu arada, sosyal anropolojinin klasik sahalarında nelerin olup bittiğini sorabiliriz? Örneğin akrabalık. Bu konu her zaman merkezi bir konuydu; antropoloji düşüncesine ve teorisine anahtar teşkil eden bu konu yayınlanan eserlerin yarısının da konusu idi. Evet, Levi-Strauss ve birkaç Öğrencisi yapısalcı ilgilerini devam ettiriyordu ve akrabalık sistemleri konusu "unsur çözümlemesi" yöntemleri için belli başlı konu olma özelliğini devam ettiriyordu. Bu, bir bakıma akrabalık meselesi daha acil ve daha İlgili meseleler yüzünden ikinci plana itilmişti. Yeni alanlar, daha az zeka ve tutkuyla üstesinden gelinebilecek alanlardı. Kilitlenen tartışmadan çıkmak için Schneider akrabalık incelemelerini Amerika'daki "sembolik antropoloji" alanına itmeyi denedi.
Bu şüphesiz fikir tarihinin en büyük ironilerinden biri olarak alınmalıdır. Şunca yıldır sosyal antropologlar akrabalığın sosyal yapının kalbini teşkil ettiğini ısrarla söylüyordu. Ve bu alanda yapılan çalışmalar antropolojinin gücünü oluşturuyordu. 1960'larda Hamilton, Fisher'in 1930'larda yaptığı çalışmayı alarak "uyumluluk teorisi" İle beraber akrabalığın evrim sürecindeki önemini yeniden kurmuştu.
E.O.WiIson'un Sosyobiyoloji (1975) kitabi üzeri ne basında Önemli tartışmalar yaratılmıştı. Şu açıktı: Wilson elde edebildiği bütün hayvan davranışı ve insan davranışına ilişkin kanıtları kullanarak Hamilton ve Trivers'den aldığı evrim teorisinin de yardımıyla böcekten insana kadar tüm canlıların toplumsal davranışlarını açıklamaya girişmişti. 1971 gibi erken bir tarihte Tiger ve Fox, Hamilton'un eserlerinin özgeciliğin anlaşılmasında önemli eserler olduğunu farketmişlerdi. Ama Wilson'un tutkulu yaklaşımı sosyal bilimleri savunma durumuna soktu. Hayli radikal bir saldırıyla" birleşen bu gelişme tartışmayı dayanılmaz boyutlara getirmişti. Bu, Avrupalılara göre tamamen kafa karıştırıcı gelen bir durumdu. Evrimci bİ-yolojİyİ benimseyenlerin bütüncü açıklama gayretleri İlkel davranış, anatomi, beyin ve salgı sistemleri üzerinde çalışan ve yaklaşık olarak davranışı açıklamaya çalışan fiziki antropologlara karşı bir saldırı oluşturuyordu. Aslında gerçek bir çelişki yoktu. "Yaklaşık" açıklamalar "nihai" açıklamalara kadar geri götü-rülebüirdi. Ne de olsa, yaklaşık açıklamalar nihai açıklamalardan doğal seçim yoluyla kalanlardan ibaretti. Ama açık ve biraz da ironik biçimde fiziki antropologlar da kendilerini kültürel antropologlar kadar tehdit edilmiş olarak hissetmişlerdi. Sosyobİyoloji'nin (1975) yayınlandığı yıl Fox Bİyososyal Antropoloji eserini yazdı. Bu eser, benzeri bir program öngörüyor, ama maymun davranışı, ırka bilimi ve İç salgılar biliminden çalışmaların da kullanılmasını istiyordu. Öneri kibarca kabul edilmişti, ama basın ağalarının desteğini sağlayamadığından bu yapıt hiçbir zaman merkezi bir konum elde edemedi. Bu yüzden hiç kimse önerilen ciddi bir alternatifi görememiş oluyordu.
Akrabalık sistemleri konusunda yakın zamanda gözlenen bu gelişmeler ışığında gelecek 10 yıl İçinde de aradaki uçurumun kapatılabileceğini söylemek şüphelidir. Ama eninde sonunda fizik bilimlerden gelecek kanıtlar sonucu belirleyecektir. Bu, WİIson'un da öngördüğü gibi bir "biyo-sosyolojinin" billurlaşmasını ve tüm sosyal bilimleri etkisi altına alması anlamına gelebilir. Belki de tartışmanın bir sonuca ulaşması adına yeterli sayıda antropolog ayakta kalabilmek için araçlarını yeniden düzenleyip doğal ayıklanma çerçevesi İçinde doğa bilimleri ile işbirliği yoluna gidebilirler. Şu anda böyle bir gelişme gözükmüyor. Konu geriliyor, gelişme göstermiyor. Bir zamanlar heyecan verici olarak görülen ingiliz kaynaklı toplumsal yapı çözümlemeleri ölmüşe benziyor. Fransız antropolojisi, yapısalcılığın popülaritesinden sonra yorulmuş gibi. Gelecek Amerika'da gibi görünüyor. Ama şu andaki kaos ve ideolojik bataktan birşey çıkıp çıkamayacağını kestirmek çok zor. Dahası, olası gözüken şey, bir dizi nisbeten özgür uzmanlaşma alanlarının birbirinden uzaklaşması ve kendilerine daha yakın buldukları öteki disiplinlere doğru yanaşmalarıdır. Bu şekilde düşünülürse "bilişsel antropoloji" yapanlar "bilişsel bilimin" şimdiden bir parçası olmuş durumdadırlar. Bilişsel bilim, psikoloji, nöroloji, dilbilim ve suni zeka alanlarını bünyesinde toplayabilecek bir alandır. Fiziki antropoloji uzmanları kendilerine yakın buldukları genetik ve anatomiye kayıyorlar. Ekolojistler de yollarını ayırıyor. Geride kalan kültürel antropologlar anlamında sembollerle ifade edildiğine İnanılan beşeri bilimlere doğru kayıyor. Göründüğü kadarıyla "Bay Tylor'un bilimi" ortadan silinmiş durumdadır.
Söylediklerimiz, çeşitli alt-disiplinlerde mükemmel çalışmalar yapılmadığı anlamına gelmiyor. Böyle çalışmalar kuşkusuz yapılıyor. Ama burada daha çok bütünsel bir antropoloji disiplininden bahsettik ve bu şu anda gerçekleştirilebilir bir şey olarak görünmüyor. Bir tür bütünleşmenin olabileceği yolunda umul ışıkları var. Bazı genç araştırmacılar her ne kadar yeterince destek görmeseler de "toplumsal davranışın biyolojisi" konusunda çalışmalar hazırlıyor. Laughlin ve dAquili gibi bazı araştırıcılar böylesi bütünsel bir yaklaşımı (biogenetik yapısalcılık) geliştirmeye çalışıp ayinler gibi konuların çözümlenmesiyle uğraştılar. Daha önemlisi, sembolik akımın iyi bir uygulayıcısı olan Vİctor Turner yeni bilgilerden etkilenmiş ve beyin mekanizmalarını İncelemeye başlamıştı. Bütüncül bir antropoloji gelecekte olacaksa, bu yönledeki gelişmelerle mümkün olacaktır.
(SBA)
Bk. Akrabalık; Arkeoloji; Dilbilim; Etnografya; Etnoloji; Kültürel Antropoloji; Sosyal Antropoloji.