YABANCILAŞMA
Veysel CİHANGİR
Sanayi devrimi ile başlayan ekonomik gelişmeler sonucunda batılı toplumların maddi açıdan daha rahat bir hayata kavuşması, beraberinde insanın bir çok ihtiyacını karşılamada yetersiz kalmış ve insani değerlerde derin yaralar açmıştır.
Yabancılaşma”, Latince’de “başkası”, “yabancı” anlamına gelen alienus kökünden türemiş ve batı dillerine alienation şeklinde geçmiştir. Kavramı, aydınlamaya belirli yönlerden karşı çıkan Rousseau’nun kullandığını fakat kavrama felsefi ve bilimsel içerik kazandıran ilk filozofun Hegel olduğunu görüyoruz. Marx’a göre yabancılaşma, kar hırsının diğer tüm değerleri geri plana ittiği kapitalizmde, ürettiği ürünü alacak parası olmayan işçinin önce kendi ürününe yabancılaşacağını söylemişti. İşçi bu arada iş rekabeti içinde olduğu diğer işçilere ve kendisini ezen kapitaliste karşı yabancılaşır. Kapitalist ise hem hiçbir zaman güvenmediği işçi sınıfına, hem de kendisini piyasadan sürüp aslan payını kapmak için fırsat kollayan diğer kapitalistlere kuşkuyla bakar. Böylece toplumda dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma gibi insani değerler geri plana itilirken kazanç hırsı ön plana çıkar. Hegel ‘e göre tüm yanacılaşma tarihi ve bu yabancılaşmanın tüm onarımı soyut, mutlak, kurgusal, mantıksal düşüncenin üretim tarihinden başka bir şey değildir. Hegel açısından yabancılaşma, mutlak ruhun hareketi içinde kaçınılmaz bir oluşumdur. Marx ve Hegel, yabancılaşmaya farklı bir bakış açısı ile bakmalarının ötesinde, insanın yabancılaşması kapitalizm ile birlikte en üst düzeye çıkmıştır.
Batı kapitalizmi, insani değerlerde derin yaralar açan yabancılaşmaya, diğer ekonomik ve sosyal çelişkileri yumuşatmaya çalıştığı gibi yaklaşmış fakat başarılı olamamıştır. Günümüz kapitalist toplumlarda teknolojinin de gelişmesi ile bireylerin artık kendini yaşantının merkezinde görmemekte ve aksine yaşantının insana hükmetmesi olarak görmektedir. Yabancılaşmış insanın toplumla uyum içerisinde yaşayan, işini benimsemiş ve “mutlu bir robot” haline gelmiş, bilinmeyen ve görünmeyen bir otoriteye itaat etmekte ve denetleyemediği yasaların yönetimi altında yaşam sürmektedir. Alman Edebiyatının önde gelen yazarlarlarından Franz Kafka’nın Dönüşüm (ya da Değişim) adlı romanında, kapitalist toplum içindeki bir insanın sabah kalktığında kendisini bir böcek olarak bulmasını konu edinmesi, modern insanın derinden yaşadığı yabancılaşmadan kaçmanın imkansızlığını haber vermiş gibidir.
Kapitalist sistem ile beraber en üst düzeye ulaşan yabancılaşma nasıl aşılır?
Marx ve Lukács, işçi sınıfının içinde bulunduğu durumun farkına varmak suretiyle çözüm yolunu görmesi ve bilinçlenmesi ile mümkün olabileceğini, bunun aksine Marcuse ise işçi sınıfının yabancılaşmayı sona erdirebilecek güç olmaktan uzaklaşmış olduğunu düşünür. Zira, işçi sınıfı “karşı çıkma gücü”nü yitirmiş ve silahsız kalmış bu toplum “tek boyutlu toplum” haline gelmiştir. Marcuse ‘ye göre yabancılaşmanın ve genel olarak kapitalist toplumlarının sorunlarının aşılmasında, işçi sınıfından çok öğrenciler, etnik azınlıklar daha belirleyici olduğunu düşünür.